BAŞKA LİMANLARDAN SÖZ EDEMEM
Bazen yazacağınız yazının ilk cümlesi sizi çok yorar. Bu sefer yazarken çok zorlanacağım bir olayı anlatacağım.
Sene 2011,
Aylardan Temmuz.
"Acaba ben bu Dünya da varlık gösterebiliyor muyum?" diye bir soru cümlesi gelir insanın aklına. İşte ben bu soru sonrası kendimi Akdeniz açıklarında buldum.
Hikaye olabildiği kadar sıradan ama düşündürdüğü şeyler olabildiğince kıymetli.
Çok sakin bir şekilde şezlongda tweet okuyordum bir gece. Mal kontrolünde beynimin bir bölümünü bırakmış, arada yıldızlara da bakarak uyukluyordum. Derin bir sesizlik vardı.
Fakat; fırtına öncesi sessizlikti tüm bu yaşananlar. Ben ve aziz dostlarım bir yardım gemisinde somaliye doğru ilerliyorken, kaptanın odasından gelen bir silah sesiyle irkildim.
Herkes ayaklandı. İlginç olan durumsa kaptanın odasına doğru koşan sadece 5-6 kişi gördüm. Ben ise ne ile karşılaşacağımı bilmeden hızlı adımlarla odasına doğru ilerledim.
Ne olabiliceğine dair kafamda bir sürü şey vardı. O sıra babacan tavırlı Kaptan'nın ölmüş bedenini görmek yerine, bir çıkış aradım kendime. Kapısı, İstanbul Boğazı'na açılan.
Odaya ulaşmama 10 adım vardı ve bir ağlama sesi duydum.
"Neden, neden?!" diye ağlayan bir adam sesi.
Sesi teşhis edemiyordum. Odaya girdim ve Kaptan'ın dizlerini karnına çekerek ağlamaya başladığını gördüm.O gece karısıyla Skype'ta görüşmüş. Kadın Kaptan'a ondan ayrılmak istediğini söylemiş. Bizimki kabul etmemiş. Ölüyor, bitiyor karısı için. Kadın neden Kaptan'dan ayrılmak istiyor, o kadarını bilemiyorum. Bizim Kaptan da silahıyla kendi canına kıyma süsü verip karısını tehdit ediyormuş. En sonunda, o gece kuru sıkıyla güzel bir tiyatro sahneledi karısına.
O günden sonra birebir ilgilendim Kaptan'la. Karşılıklı bir konuşmamızı paylaşmak istiyorum ki; bu yazıyı yazma sebebimdir.
- Kaptan dönünce her şey normale dönecek. Sokarsın araya aile büyüklerini, sorunlar çözülür, gider.
+ ...
- 55 yaşında adamsın. Yakışıyor mu sana bu hareketler?!
+ ... (çok küçük bir tebessüm belirdi yüzümde)
- Heh şöyle ya, azıcık gülümse. Koskoca 25 sene ya!.. 25 senelik beraberliğiniz var. Ne anılar, ne izler vardır sizde.
+ (Başımı hafifçe okşadı, yüzünde küçük de olsa bir gülümseme...) Oğuz, sen sen ol, bu dediğimi unutma. Eğer bir yolda iz birakmamışsan, o yoldan hiç geçmemişsindir. Ben 25 yıldır karıma bir iz bırakmamışım, aile büyükleri araya girse ne olur.
Bu cümle sonrası inanın, bilemedim ne diyeceğimi.
Daha sonra ayrılıklarımda, vedalarımda, yüzünü son defa gördüğüm insanlarda hep bunu düşündüm:
"Ben, sizde bir iz bırakabildim mi?"
Tabi bazen iz bırakmak yetmiyor. İyi bir iz bırakmak asıl mesele.
Biriktiriyorum orada burada hikayeler. Bazen bir kahvaltı sofrasında, bazen bir matematik dersinde, bazen ise akdeniz açıklarında.
Biriktiriyorum hikayeler, sizde izler bırakmak için.
Kaptan'a dipnot:
Bir denizci olsam, limandaki genç kıza şu dizeleri okurdum.
Merhaba güzel bayan,
Sizi gördükten sonra,
Ben harap olmuş bir gemiye döndüm.
Başka limanlardan söz edemem.
Acaba, gözlerinize demir atabilir miyim?
Sene 2011,
Aylardan Temmuz.
"Acaba ben bu Dünya da varlık gösterebiliyor muyum?" diye bir soru cümlesi gelir insanın aklına. İşte ben bu soru sonrası kendimi Akdeniz açıklarında buldum.
Hikaye olabildiği kadar sıradan ama düşündürdüğü şeyler olabildiğince kıymetli.
Çok sakin bir şekilde şezlongda tweet okuyordum bir gece. Mal kontrolünde beynimin bir bölümünü bırakmış, arada yıldızlara da bakarak uyukluyordum. Derin bir sesizlik vardı.
Fakat; fırtına öncesi sessizlikti tüm bu yaşananlar. Ben ve aziz dostlarım bir yardım gemisinde somaliye doğru ilerliyorken, kaptanın odasından gelen bir silah sesiyle irkildim.
Herkes ayaklandı. İlginç olan durumsa kaptanın odasına doğru koşan sadece 5-6 kişi gördüm. Ben ise ne ile karşılaşacağımı bilmeden hızlı adımlarla odasına doğru ilerledim.
Ne olabiliceğine dair kafamda bir sürü şey vardı. O sıra babacan tavırlı Kaptan'nın ölmüş bedenini görmek yerine, bir çıkış aradım kendime. Kapısı, İstanbul Boğazı'na açılan.
Odaya ulaşmama 10 adım vardı ve bir ağlama sesi duydum.
"Neden, neden?!" diye ağlayan bir adam sesi.
Sesi teşhis edemiyordum. Odaya girdim ve Kaptan'ın dizlerini karnına çekerek ağlamaya başladığını gördüm.O gece karısıyla Skype'ta görüşmüş. Kadın Kaptan'a ondan ayrılmak istediğini söylemiş. Bizimki kabul etmemiş. Ölüyor, bitiyor karısı için. Kadın neden Kaptan'dan ayrılmak istiyor, o kadarını bilemiyorum. Bizim Kaptan da silahıyla kendi canına kıyma süsü verip karısını tehdit ediyormuş. En sonunda, o gece kuru sıkıyla güzel bir tiyatro sahneledi karısına.
O günden sonra birebir ilgilendim Kaptan'la. Karşılıklı bir konuşmamızı paylaşmak istiyorum ki; bu yazıyı yazma sebebimdir.
- Kaptan dönünce her şey normale dönecek. Sokarsın araya aile büyüklerini, sorunlar çözülür, gider.
+ ...
- 55 yaşında adamsın. Yakışıyor mu sana bu hareketler?!
+ ... (çok küçük bir tebessüm belirdi yüzümde)
- Heh şöyle ya, azıcık gülümse. Koskoca 25 sene ya!.. 25 senelik beraberliğiniz var. Ne anılar, ne izler vardır sizde.
+ (Başımı hafifçe okşadı, yüzünde küçük de olsa bir gülümseme...) Oğuz, sen sen ol, bu dediğimi unutma. Eğer bir yolda iz birakmamışsan, o yoldan hiç geçmemişsindir. Ben 25 yıldır karıma bir iz bırakmamışım, aile büyükleri araya girse ne olur.

Daha sonra ayrılıklarımda, vedalarımda, yüzünü son defa gördüğüm insanlarda hep bunu düşündüm:
"Ben, sizde bir iz bırakabildim mi?"
Tabi bazen iz bırakmak yetmiyor. İyi bir iz bırakmak asıl mesele.
Biriktiriyorum orada burada hikayeler. Bazen bir kahvaltı sofrasında, bazen bir matematik dersinde, bazen ise akdeniz açıklarında.
Biriktiriyorum hikayeler, sizde izler bırakmak için.
Kaptan'a dipnot:
Bir denizci olsam, limandaki genç kıza şu dizeleri okurdum.
Merhaba güzel bayan,
Sizi gördükten sonra,
Ben harap olmuş bir gemiye döndüm.
Başka limanlardan söz edemem.
Acaba, gözlerinize demir atabilir miyim?
Yorumlar
Yorum Gönder